Türkiye, demokrasisini geliştirirken zaman zaman yasama,
yürütme ve yargı güç erkleri arasındaki dengelerin bozulması nedeniyle çeşitli
sistem sorunları yaşamış, darbeler veya yurtdışından gelen siyasi müdahalelerle
demokrasisi dizayn edilmeye çalışılmıştır.
Demokrasinin yapısı gereği tabanın tavanı dizayn ettiği bir
devlet bir sistem oluşturulması gerekirken Türkiye’nin hem devlet geleneği ile
güçlü bir merkezi otoriteden ödün vermek istememesi hem de medya gücünün sistem
üzerinde bir ayrıcalığa izin vermesi nedeniyle güç erkleri tarafından etkiye
uğraması tabanın tavanı dizayn etme sürecinin idealde olması gerekenden
uzaklaşması sonucunu doğurmaktadır. Demokratik taleplerin sadece seçim dönemlerinde
sandık politikalarına endekslendiği görülmektedir.
Dünyanın çok hızlı geliştiği, konvansiyonel medyaya yıkıcı
bir rakip olarak sosyal medyanın ortaya çıktığı şu günlerde basının sistemi
derleyip toparlayan bir unsur olarak dizayn edilmesi hem sosyal medya üzerinden
ülkenin sosyolojik dokusuna yapılacak olası müdahaleleri engelleyici bir katkı
sağlayacak hem de demokrasinin daha da içselleştirilmesini ve Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi gibi Başkanlık Sistemi üzerinden vücut bulun yönetim sisteminin
basın karşısındaki artan gücünü dengeleyecektir.
DÜZENLEMEYE KONU
OLACAK UNSURLAR
Basın/medya birçok araçtan teşekkül etmiş bir yapıdır.
Radyo, TV, gazete, dergi, internet sitesi, bülten vs.’nin yanına şimdilerde sosyal
medya gazeteciliği (youtube, twitter vs.) eklenmiş sadece bir hesap açarak
gazetecilik faaliyeti icra edilmeye başlanmıştır.
Basın araçları ne kadar değişirse değişsin emek ihtiyacının devam etmesi
gazetecilerin sektördeki varlığını sürdürmesine neden olmaktadır. Bazı bilgisayar
yazılım programlarıyla rutin haberler için yazım uygulamaları geliştirilse bile
doğru soru sorma, analiz yapma, tek fotoğraf veya görüntü ile olayı özetleme
veya bam telini yakalama becerileri hâlâ gazetecilerin öne çıkan ve alternatifi
olmayan özellikleridir. Bu nedenle gazetecilik faaliyetinin ne olduğu ve kimler
tarafından yapıldığı ortaya koyulmalıdır.
Bireysel ve serbest gazetecilik imkânları artmış olsa da
hâlâ kurumsal aidiyete bağlılık ve kurumsal gücün getirdiği “doğrulama güveni”
kırılabilmiş değildir. Bu nedenle medya kuruluşlarının nasıl olması gerektiği,
nasıl kurulacağı ve işletileceği konuları da muhakkak ele alınmalıdır.
Gazetecilerin yasama, yürütme ve yargı erkleri ile
ilişkileri de düzenlenmeli aynı zamanda gazeteciliğin getirdiği ayrıcalık ile
gazetecilerin toplumun veya kişilerin itibarına kast edebileceği süreçlerin
etkin denetlenmesi de sağlanmalıdır.
Halihazırda bu sorunların bazıları için Basın İlan Kurumu, İletişim
Başkanlığı, RTÜK ve Basın Savcılıkları gibi çeşitli kurumlar ihdas edilmiş
olmasına rağmen çok başlılığın olması ve işleyişte yürütmenin açık üstünlüğü
basın özgürlüğü konusunda yıllardır gündemden düşmeyen bir sürecin yaşanmasına
neden olmuştur.
Bu soruna karşı, Batıdaki düzeni Türkiye’de uygulamak
isteyen bazı meslek örgütlerinin Türkiye’nin yapısına göre özgün çözümler
üretilmesi noktasında inisiyatif alınması gerektiğini kabul etmemesi basının
birlik olmasının önündeki engellerden biri hâline gelmiştir.
Medya sahipliği konusunda da sektörün dinamikleri bozulmuş,
patronların gölgesinde yapılmaya çalışılan gazetecilik faaliyeti reklam
politikalarına veya şirketin menfaatlerine göre şekillenerek halkın haklarını
korumak geri plana itilmiştir.
Dördüncü güç olarak diğer üç gücü denetlemesi gerektiği düşünülen
basının muhakkak surette akılcı, ahlaklı ve hesap verebilir düzenlemelere
ihtiyacı vardır.
ÖNERİLER
İskandinav ülkelerinde sendikanın zorunlu olması,
mesleklerin düzenlenmesi noktasında sendikaların birer oda gibi çalışmasını
sağlamış aynı zamanda sendikalar arasında artan rekabet ile işçinin gelişimini
sağlayacak eğitimler ve yeni sektörlerin ortaya çıkarılmasını mümkün kılarak işverene
karşı emek hakkının daha etkin korunabilmesine fırsat vermiş aynı zamanda
işverenin talep ettiği nitelikli iş gücünün daha kolay sağlanabileceğini
göstermiştir.
Türkiye için Batı tarzı, kuralsız bir basın dünyası oluşturulmasının
içinde yatan zorlukların başında halihazırdaki meslek örgütlerinin bazılarını
yönetimlerinin menfaat devşirme arzusu veya beslendikleri tabanların iş
birliklerine veya düzenleme yapılmasına sıcak bakmaması sendika gibi çözümlerin
Türkiye’de işlemesini mümkün kılmamaktadır.
Ne Batı kurumları ne de İskandinav yaklaşımı Türkiye’nin şu
anki ruh haline çözüm üretmeyecek, aksine oluşturacağı yeni sorunlarla birlikte
işin içinden çıkılmaz bir hâl alınmasına neden olacaktır.
Basın, kuruluşu itibarıyla liberal bir meslek olmasına
rağmen toplumlardaki karşılıklarına göre milliyetçi, inanç ya da etnik
ağırlıklı kavramsallaşmalara maruz kalmıştır. Doğu toplumlarının ortak bir
sorunu olan bu mesele demokrasinin içselleştirilememiş olmasının getirdiği bir
sonuçtur.
Bunu Batı kurum ve yaklaşımları ile çözmeye çalışmak sorunun
tanımlanmaması anlamına gelmektedir. Zira gerek toplum gerek ise devlet,
basının kuruluş noktasındaki niteliklerden oldukça uzakta bulunmaktadır.
Bu nedenle basının toplumun demokratikleşme dinamiklerine
ayak uydurması ayrıca bu süreçte iç ve dış güç gruplarının etkilerinden arındırılması
için bir kurum teşekkül edilmelidir.
Bu kurumun baro ya da oda gibi kanunla düzenlenen ve kamu
tüzel kişiliği olan bir yapı olması Türkiye gerçeğine daha uygundur.
Kurulacak bu yapının yönetiminin gazetecilerin vereceği
oylarla göreve gelmesi yasama, yürütme ve yargı erklerinin etkilerinden tamamen
uzaklaşmasını sağlayacaktır. Yönetim kurulunun oluşturulması her fikrin kurulda
varlık bulmasına imkân tanıyacak, kurul üzerinden oluşturulacak düzen zamanla
ortak bir fikre varılması olasılığını daha güçlendirecek aynı zamanda aykırı
seslerin alternatif kuruluşlar kurarak bu oda/baro yapısını
itibarsızlaştırmasının önüne geçilecektir.
Teşekkül edecek bu kurulun ilk çalışma alanlarını kesinlikle
belirlenecek uzmanlar (meslek erbabı, akademisyen vs.) belirleyerek gazetecilik
mesleğinin tanımını yapmak olacaktır. Bu tanım tüm gazetecilerin ortak
oylamasına sunularak bir referandum süreci işletilerek ilerletilirse ortaya
konulan kuralların uygulanması ve sahiplenmesi daha kolay olacaktır.
Kanunla kurulacak böyle bir kurumun yukarıda sayılan
kurumlar tarafından tepkiyle karşılaşacağı ve kanunun oluşturulması sürecinde
olumsuz etki oluşturacağı fikri düşünülmelidir.
Bu nedenle sürecin işleyiş şekli bir kanun ile her şeyin tüm
alt başlıklarına kadar düzenlenmesi yoluna gidilmesi şeklinde olursa bu
kurumların ve siyaset kurumunun kanun yapım sürecindeki müdahalesi istenilen ile
reformun yapılması engellenecek ve basın, kendi iş ve işlemlerini yapmak için
çıktığı bu yolda istediğini sağlamaktan uzak bir yere ulaşmış olacaktır.
Aynı zamanda patronların da menfaatini koruyacak bir yapının
ortaya koyulmadığı süreçler yerel medya başta olmak üzere yıkıcı bir düzenin
getirilmesi amacıyla çıkılan bu yolda birçok kavga ve ayrılığın cereyan etme
ihtimalini ihtiva etmektedir.
O nedenle böyle bir kanunun çıkılmasının pozitif bir katkısı
olduğu düşüncesi ortaya koyulmalıdır.
Sektörün yaşadığı zorlukları dikkate alınca bu şartın “maddi
kaynak aktarımı” üzerine olacağını kavramak gerekir.
Bunun için oluşturulacak fikirsel altyapı ise oldukça
basittir.
Devlet mekanizmasının çalışması için oluşturulan yasama,
yürütme ve yargı mekanizmaları devletin vergi ile kaynak bularak özlük haklarını
garanti altına alması noktasında kanun ve nizamlarla sağlanmış teşekkül
ettirilmiş ve bir ayrıcalık sahası oluşturulmuştur.
Basın dördüncü güç olarak bu üç erki denetlerken anayasadaki
ifade ve basın hürriyeti hakkıyla yasal ayrıcalık elde etmesine rağmen özlük
hakları konusunda herhangi bir hak düzenlenmeyerek özel sektörün insafına
bırakılmıştır.
Sorunların büyük bir çoğunluğu da buradan çıkmaktadır.
Bunu aşmak için muhakkak surette bir kaynak yaratılması ve
basının devletin halk adına denetim mekanizması olarak çalışmasının garantisi
teşekkül edilmelidir.
Bu konuda oluşturulacak kaynağın direkt halk tarafından
fonlanması, basının ile halk arasındaki sorumluluk anlayışını pekiştirecektir.
Gönüllü fonlama gibi yöntemlerin toplumun büyük çoğunluğunun
çeşitli sebeplerle haberle ilgilenmediği gerçeği dikkate alınınca üretilen kaynağın
yetersiz olması sonucuna ulaştırılacağı görülmektedir.
Ayrıca haber takibi yapmasa bile basının toplumun tümünün
haklarını koruduğu misyonu düşünülünce her vatandaşın hakkını savunma
karşılığında basın kurumunun ayakta kalması için vatandaşın bir vergi verme
düşüncesi kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.
Faturalara eklenecek basın vergisi ile birlikte kurulacak
bir odanın bu parasal güçle birlikte sektörü dizayn etmesi daha mümkün olacak
yukarıda bahsi geçen kurumların yıpratıcı etkilerine karşı daha kolay mücadele
edilebilecektir.
Bu nedenle oda/baro yönetiminin oluşturulması ile basın
vergisinin oluşturulması kanunu ortak bir kanun teklifi olarak çalışılmalıdır.
Basın vergisinden gelecek kaynağın nasıl kullanılacağı çok
stratejik bir konudur.
Oda/baro kuruluşunun yaşaması için bu kaynağı halihazırdaki
tüm sektöre adil bir şekilde paylaştırılarak süreç işletilmeli ama zamanla
toplumun ihtiyaçlarına göre bu kaynak üzerinden sektörlere aktarım miktarları
değiştirilmelidir.
Bu işleyişte ilk aşamada kimsenin dışarıda bırakılmaması çok
ama çok önemlidir.
Sektörün dizaynı yapılırken reklam konusun masaya iyi
yatırılmalı sektör reklamdan arındırılmalıdır.
Dizi, film gibi medyanın eğlence içerikli üretimlerinde
reklam kullanımının önceliklendirildiği düşünülünce sektör için zor olamayacak
bir durumdur.
Yasakçı, sınırlandırıcı bir bakış yerine genişletici ve
haklara sahip çıkıcı bir bakışın ortaya koyulması kamuoyunda ve siyasetçiler
nezdinden daha kolay sürdürülebilir bir sürecin vuku bulmasını sağlayacaktır.
Gelen kaynağın en az yüzde 70 gibi ezici bir oranın direkt
gazetecilere kaynak olarak gönderilmesi çok önemlidir. Aksi takdirde kaynağın
kurumlara aktarılması patronların kontrolünde bir yapının devam etmesi sonucunu
doğurur.
Bu da basının temel ilkelerinin yine sapacağı bir büyük açık
meydana getirir.
Ayrıca medya kurumu sahipliğinin yasalarla düzenlenmesi ve
çalışanların en az yüzde 10 veya başka bir oranda sahip olacağı bir yapı
kurulması hem kurumsal aidiyeti perçinleyecek hem de patronların basının ana
görevi dışındaki konularda çalışılması taleplerini giderecektir.
Tüm bunların yanı sıra yeni gazetecilerin mesleğe nasıl
gireceği ve nasıl eğitileceği de iyi çalışılması gereken bütünün içinde yer
alan önemli bir konu olarak düzenlenmelidir.
Basın vergisiyle birlikte ayrıcalıklı bir sektör konumuna
gelen basına, menfaat devşirmek isteyenlerin girmek istemesi basının
kalitesinin yine düşmesine aynı zamanda siyaset ve diğer kurumların kayırmacı
taleplerinin gündeme gelmesine zemin hazırlayacaktır.
Bu nedenle oda/baro kuruluşunun gazeteci yetiştirme
konusunda yetkilendirilmesi ve eğitimleri direkt olarak kendisinin vermesi
gerekmektedir.
Halihazırda gazetecilik kurumunda çalışanların büyük
çoğunluğunun iletişim eğitimlerinin dışından geldiği gerçeğine dikkat çekilirse
uygulamanın zor olmayacağı anlaşılacaktır. Teknik eleman sağlayacak liselerin,
ön lisans ve lisans yapılarının tekrar dizayn edilmesi ve bunların açılıp
kapanmalarının oda/baro şartına bağlanması gerekir.
Faaliyetteki iletişim fakültelerinin büyük çoğunluğunun kapatılarak
az sayıda fakültenin oda/baro ile birlikte mesleğin akademik gelişimine
odaklaması için projeksiyonlar geliştirilmesi sektörün geleceği için daha
anlamlı olacaktır.
Koruyucu ve yetkilendirici yasa ile birlikte oda/baro üyelerinin
yetkilerini menfaati doğrultusunda kullanmasının önlenmesi için de yasal
düzenleme yapılması çok önemlidir. Yönetimdekilerin bir dönem kalma şartı,
yönetim kurulunun oluşu ve etkin bir denetleme mekanizmasının oluşturulması çok
önemlidir.
Basında kuruluşlarında ve oda/baro’da yönetici olanların
meslekten sonra en az 5 yıl siyasi yasaklı olması gibi adımları atılması da
gerekmektedir. Anayasal hak olan seçme ve seçilme hakkına karşı bir madde olan
bu talebin sektör gerçekleri düşünülünce kaçınılmaz olduğu aşikardır.
Gazetecilik faaliyeti dışına çıkanların yaptırıma tâbi
tutulması fakat bu yaptırımların gazetecilik ilkeleri doğrultusunda gündeme
getirilmesi sağlanırken devletin mevcut pozisyonun da dikkate alınması
sağlanmalıdır. Toplumu gerecek düzenlemelerden uzak duracak, sert söylem ve
eylemleri yumuşatacak bir üslupla kurumsal olarak taşıyacak mekanizmalar
geliştirilmelidir.
Bu zorluğu kanun ile düzenlemek gerekebileceği gibi kurumsal
teamülün oluşması şeklinde de bir yol benimsenebilir.
Öneriler konu sınırlaması ve genişlemesi şekline göre ayrıca
teknik maddeler hâlinde oluşturulabilir.
Bunun için uzman kurullar kurularak uzun soluklu çalışmalar
yapılması gerektiği ortadadır.
Ortaya çıkacak bir metin tüm tarafların daha kolay fikir
üretmesine ve teklifte bulunmasına imkân verecektir.