Seçime yaklaştıkça iç ve dış politika çok hızlı bir şekilde değişime uğramaya başladı.
Avrupa Birliği’nde görevli Türkiye Cumhuriyeti
heyetindekilerle yaptığım görüşmeler çarpıcı bazı bilgiler barındırıyor.
Avrupa Birliği’nin Erdoğan’ı istemediği bir sır değil.
Fakat son zamanlarda seçime doğru giderken devletler arasındaki diplomatik teamüllere zarar vermeyecek ölçüde iktidara yol açmamak için uğraştıklarını öğrendim.
Bu yaklaşımın içinde muhalefeti zan altında bırakacak açık bir iletişimin kurulmaması yaklaşımı da var.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun
İngiltere Büyükelçisi ile yaptığı balık sohbetine gelen eleştiriler hem CHP
tabanı hem de iktidar kanadında çok fazla dile getirilmişti.
Britanya’nın Türkiye’de göreve başlayan misyon yöneticilerinin bu detayı dikkate alacağına inanıyorum.
Bu hava Avrupa’yı sarmış olacak ki İsveç’te işler iyiden
iyiye karışmaya başladı.
Geçtiğimiz gün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Ankara
temsilcilerine düzenlediği basın toplantısında İsveç’in iadeleri gerçekleştirecek
düzenlemeyi yapmadığını ve talepleri karşılamayacağını açık bir şekilde beyan
etmesi gündemin arkasında kalan önemli bir mesajdı.
Üstelik bir de PKK’lıların İsveç’te yaptığı eylem tüm
bunların üzerine tuz biber oldu.
İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’un kamuoyuna yansıyan
“Türkiye bizden veremeyeceğimiz şeyler istiyor.” açıklamasını sonrasında yalanlayıp ve düzeltme yapsa bile işlerin iyice çığırından çıktığı görülüyor.
İsveç ve Finlandiya’nın sadece Türkiye Parlamentosundan
çıkacak bir karara kaldığını hatırlayınca seçime doğru gidilen bir süreçte dış
politikada önemli adımlarla seçim sonrasında iktidarın değişme ihtimaline
oynayanlara ders verilebilir.
Finlandiya’nın üyeliğinin onaylanması bu kapsamda Meclis gündemine gelebilir.
Özellikle Suriye ile başlatılan normalleşme sürecinin Rusya’nın
kolaylaştırıcılığında ilerlediği düşünülürse Türkiye’nin Suriye adımına karşılık Finlandiya'nın NATO üyeliğini onaylaması Rusya ile ilişkilerde göze
batmayacaktır.
Bir süredir Batı nazarında Rus yanlısı görüntüsü veren
Türkiye’nin Rusya ile uzun bir sınır bağlantısı olan Finlandiya’yı NATO üyesi yapması eleştirileri gündeme taşıyan Batılı ülkeler karşısında da elini güçlendirecek İsveç’in açık bir şekilde
talepleri karşılamaması da bu yolla cezalandırılmış olacaktır.
Zor bir karar olsa da Türk Dış Politikası’nın zafiyete izin
vermemesi gerekiyor.
Türkiye’nin ali menfaatlerini ileri taşımak her Türk
vatandaşının birinci görevlerinden biridir.
Çünkü ne yapıyorsan yine kendine yapıyorsun.
Elin oğlu emin olun bizi bizden daha fazla düşünmez.
Bu niyetle yapılacakların, yaklaşan seçimle siyasetin iyice kutuplaşmaya başladığı
bir zamanda iç politikaya malzeme edilmemesi ve iyi anlatılması çok önemli...
Bu nedenle Meclis’te çoğunluğu olan siyasi partilerin yönetimlerine Türkiye’ye karşı koyulan tavrı iyi anlatacak ve süreç hakkında kapsamlı bir brifingler verilmeli...
Gelelim iç politikaya...
Erdoğan’ın adaylığı bir sene önceden ortaya koymasına rağmen muhalefetin adaylık konusunda yol kat edememiş olması HDP’yi bu konuda adım
atmaya itti.
Kimsenin beklemediği bir durum olsa da HDP’lilerin
niyetlerinde ciddi olduğu görülüyor.
Çünkü HDP dikkate alınmak istiyor.
Yalnız Anayasa Mahkemesi’nde süren kapatma davasında yapılan
savunmada PKK’nın terör örgütü olarak görülmediği açıklaması sınırları epey
zorlayan bir yaklaşım oldu.
Geçenlerde HDP’nin PKK ile ilişkisi olmadığı açıklamasını
yapan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın bu açıklamasının çok tersi bir yaklaşım AYM’de ortaya
koyulmuş oldu.
Devletin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’yı bu şekilde
tanımlamamak HDP’nin Türkiye partisi olmasının önündeki engelleri hâlâ koruduğunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanı adayı çıkararak tüm ülkenin yönetimine talip
olması ile bu yaklaşımı arasında net bir tezat olduğu ortada...
O zaman aday yaklaşımının muhalefete göz dağı verme içeriği
barındırdığı düşüncesi daha inandırıcı bir senaryo gibi görülüyor.
Tabii seçimin ikinci tura kalacağı inancıyla seçmenini ilk
turdan ikinci tura kadarki zamanda elinde tutmaya dönük bir adım da olabilir.
Zira siyasi pazarlıklarda bu ufak tefek adımların parti
yöneticilerinin elini güçlendiği aşikâr...
Erken seçim süreci netleşirken başörtüsüne yasal güvence
konusunda muhalefetin iktidara kapıyı kapatması AK Parti'nin Meclis’te tek taraflı hareket etme kararı almasını beraberinde getirdi.
AK Parti’nin Komisyon görüşmeleri sonrasında Genel Kurul’a
sunacağı teklife muhalefetin destek vermeyeceği neredeyse netleşti.
Fakat sürecin özellikle CHP üzerinde oluşturacağı baskıyı
düşününce son ana kadar yeni adımların ortaya çıkacağı ihtimali hâlâ durumun uhdesinde
kendisini saklıyor.
Aksi takdirde tamamıyla destek verilmeyen bir tutumun Altılı
Masa’nın en güçlü aday adaylarından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun elini zorlaştıracağı
ortada...
Kılıçdaroğlu'nu aynı tutumu devam ettirmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meydanlarda “Kanuni düzenleme ile
sorun çözmek isteyenlerin anayasal adımlarda gösterdiği cesaretsizlik, ülke
yönetiminde atılacak daha cesur adımlar konusunda seçmenlere nasıl bir güvence
verilmesini temin edecek ki...” yaklaşımını merkeze alacaktır.
Ben ana omurgayı söyledim tabii bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
kendi üslubuyla meydanlarda bu konuyu nasıl işleyeceğini varın siz düşünün.
Erdoğan’ın bu seçimi alması için kitlesini elinde tutması yeter.
Yalnız asıl mesele kitlenin bir kısmının siyasi nedenlerle
değil de ekonomik nedenlerle küskünler safına geçmiş olduğu gerçeği...
Yılbaşı itibarıyla birçok başlıkta hatırı sayılır zamlar
yapılmış olsa da enflasyonist bir ortamda yapılan zamların kısa zamanda
eriyeceği düşüncesi seçmenin yaşayacağı git gel ikilimini ortaya koyuyor.
Seçmenin güvenini almak için ekonomi konusunda daha net ve
güven verici adımlar sağlanmazsa verilen kararların ikinci tura çıkarma
ihtimali epey yüksek görülüyor.
Seçmen tercihi ehveni şerden öteye taşımak için geleceğe
ilişkin yapıcı ve uygulanabilir projelerin hayata geçirilmesi şart...
Ben bu konuda demokrasiyi tamamıyla güvence altına alacak
bazı adımların hemen atılması gerektiğini düşünüyorum.
Meclis’te siyasi partiler kanunu, siyasi etik kanunu ve
seçim kanununun yeniden ele alınması için çok iyi bir zamandayız.
Sadece yasal düzenleme ile Türkiye’nin geleceğini taçlandıracak reformlara imza
atmak için hâlâ geç olmadığı gibi bu yolla içeriye ve dışarıya da önemli bir mesaj
verilmiş olur.
Benden söylemesi...
14.01.2023 tarihinde Milat Gazetesi'nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
0 yorum: