Seçimin öne alınması kararı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat ağzından yapıldı.
Öne alınma gerekçesi olarak; mevsimsel şartlar ve seçime katılımın düşük olmasına neden olacak takvim gösteriliyor.
Hâlbuki bu takvim Eylül ayında belliydi.
Okulların kapanacağı, sınavların yapılacağı, hacıların gideceği tarih belliydi.
Fakat buna rağmen Meclis’in açıldığı andan yılın ilk zamanlarına kadar
seçim tarihinin değiştirilmeyeceği bir tutum sergilendi.
Sorulan sorulara ısrarla; 18 Haziran tarihi cevap olarak
verildi.
Şu bir haftalık zaman diliminde ise tüm toplumun bir anda
seçim havasına sokulduğuna şahit olduk.
Seçim erkene alınabilir, bunda sorun yok.
Ama siyaseti bütüncül ve hesap verebilir bir dil ile
yürütmemenin ortaya çıkardığı sorunları gözden kaçırmamak gerekiyor.
Yangından mal kaçırıldığı algısıyla başa çıkılamayacağı
ortada...
Neticede Gezi’deki olaylar da masum bir ağaç ile başladı.
Doğru anlatılamayan, küçük görülen açıklamalar nedeniyle büyük bir noktaya
evirildi.
Türkiye’de katılımcı demokrasi eksikliği olduğu bir sır
değil.
Maalesef siyasetin hâlâ siyasi partiler tarafından yapıldığı
bir düzen hâkim.
Bunu aşacak adımların AK Parti iktidarında atılmaya
çalışıldığı bir dizi adım gördük.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi bunun en üst mertebedeki
reformu oldu.
Ama gerçekleşmeyen reformlar da var.
Seçimin erkene alınacağı açıklaması sonrasında Meclis’in, seçim takviminde de çalışacağı haberleri yapılıyor.
Eğer böyle ise fırsat bu fırsat...
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde engel gördüğüm üç
madde için adım atacak zaman hâlâ var.
Siyasi Partilerin ön seçim, tercihli liste, dar bölge ya da
bunlara mukabil olacak bir yaklaşımı merkeze alan ve parti liderlerinin
belirlediği milletvekili listelerinden parti içi siyasetin mümkün kılındığı bir
yapıya evirilmesi gerekiyor.
Çok acil bir şekilde seçim barajının düşürülmesi gerekiyor.
Benim önerim yüzde 0,5 ama uygun bir sayı için çalışmalar
yapılabilir.
Son olarak da siyasi etik yasasını geçirmek zorundayız.
Bu yasalar Meclis’te sandalyesi olan tüm partilerin neredeyse
ortak yaklaşımına uygun.
Meclis kapanmadan ve seçim sürecine girmeden bu kanunlarda
yapılacak değişiklikler ülkemizin çağ atlaması için büyük bir fırsat
sunacaktır.
İnşallah temennim gerçekleşir. Sesimi duyan olur.
Gelelim dış politikaya...
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD’deki mevkidaşı ile sorunların
çözümü için kurulan Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması kapsamında bir araya
geldi.
Görüşmeden Suriye konusunda Türkiye’ye ABD desteği gelirken F16 konusunda Kongre işaret edildi.
Yunanistan’a F35 kararı alınırken rehin tutulan paramıza
karşılık alacağımız F16’ların bizlere getireceği askeri fayda çok eleştirilir
oldu.
Evet, üstün olan F35 sistemini Türkiye’nin bir NATO üyesi
olarak alamaması korkunç bir durum...
Türkiye’nin envanterinde buna alternatif hiçbir sistem yok.
Bazen haberlerde ve ekranlarda abartılı, gerçekten uzak
yorumların yapılıyor olması gerçeği örtemez.
Ülkemizin hava sistemlerinde attığı adımların meyvesini
vereceği süreye kadar hava gücümüzde kabaca 10 yıllık bir düşüş yaşayacağız.
Kabul edilemez riskleri beraberinde getiren bir duruma düşüyoruz.
Bu süreçte saldırıdan ziyade savunmada attığımız adımlarla gözdağı
versek de yeterli değil.
Radar ve füze sistemlerinde attığımız adımların halihazırda
yeterliliği yok.
Bu nedenle muhakkak surette Avrupa ve NATO’nun yapısındaki
vazgeçilmezliğimizi ilerletmeye çabalarken bir yandan da kendimize yeni
müttefikler bulmak zorundayız.
Parası ve silah sistemleri olup bunları kullanacak "eğitimli insan
gücü"ne sahip olmayan birçok Arap ülkesi var.
Türkiye’nin silah merkezli yeni bir Arap açılımına ihtiyacı
var.
BAYRAKTAR SİHA’nın Suudi Arabistan’a verilmesinin arkasında
böyle büyük bir vizyon olmak zorunda; aksi takdirde “15 Temmuz’un hemen
ardından ülkenin içinde bulunduğu zafiyeti kullananlar bu 10 yılda neler yapmaz?”
gerçeğini hiç ama hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
Yunanistan’daki seçimler belirleyici olsa da Türkiye’nin her
türlü senaryoya hazır olması çok önemli...
Ekonomik adımlar belli...
Siyasi adımlar için bu kritik ayları çok iyi kullanmak
geriyor. Tavsiyelerimi yazdım.
Askeri adımlar için ise diplomasi hareketlerini hızlandırmak
zorundayız.
Esad’ın “işgal” söylemiyle ortaya koyduğu taleplerin
arkasında bazı Arap devletlerin olduğu gerçeğini unutmamak geriyor.
Al gülüm ver gülüm için, Türkiye’nin masayı hareketlendirme
vakti geldi.
21.01.2023 tarihinde Milat Gazetesi'nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
0 yorum: