Ülkenin bir vizyona ihtiyacı olduğunu düşünen CHP’nin açıkladığı Vizyon Belgesi alışılmışın dışında bir şekilde anlatıldı.
Çok teorik ve bir o kadar da açıklayıcı bir anlatım dilinin tercih
edilmesi istenilen havanın yakalanmasını güçleştirdi.
Benzer bir durum Türkiye Yüzyılı açıklamasıyla iktidar
kanadında da gerçekleşmişti.
Vatandaştan gelen bu tepkinin arkasında yatan sebep, vatandaşın istedikleriyle siyasetçinin dilinin uyuşamamasından olsa gerek.
AK Parti’nin reformcu kimliğine geri dönmesini isteyenler arasında gönül koyunların talepleri midir bilinmez, reform konusunda kendisini zorlayan
bir Kılıçdaroğlu görüyoruz.
Ülkenin ihtiyacı olan reformu yapma noktasında AK Parti’nin ilk
döneminde “her şeye rağmen” attığı adımlar, benzer refleksin devamı noktasında
2018’den bu yana bir beklentiyi beraberinde getirdi.
Reformcu kimliğin dayandığı iki temel olur.
Bunlardan biri halkın sosyal yaşamını kolaylaştırmaksa bir
diğeri de doğrudan yabancı yatırımı artıracak teknik adımları atmaktır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile hızlı karar
verilebilmesiyle yatırımlar önündeki engellerin giderilmesi geniş bir hareket alanı verse de her şeyin bir anda değiştirilebileceği yetkilere sahip olma düşüncesi yatırımlarını
korumak isteyen yabancı için aynı zamanda korkutucu bir tablo olduğu
fikrini geliştirdi.
Tabii ki bu düşüncenin oluşmasında yurtiçinde ve yurtdışında çalışan epey kişi oldu.
Neticede bugün bu noktaya geldik.
Yabancı yatırıma olan ihtiyacın devam etmesi Türkiye’nin
yatırım yapılabilir bir ülke olarak sürdürülebilir ekonomi politikalarına
yönelmesine ihtiyaç duyuyor.
CHP’nin Vizyon Belgesi sunumunda Kılıçdaroğlu’nun yeni
danışmanı Jeremy Rifkin’den de aşağı yukarı bunu dinledik.
Türkiye’yi neoliberal politikalara yönlendiren politika
tekliflerinden fazlasını ortaya koyan olmadı.
Hacer Foggo’nun tek elden sosyal yardım düzenlemesi pratik
fayda sağlasa da esas mesele bu da değil.
Aile Bakanının açıklamasına göre Türkiye’de şu anda 20 milyon
insan sosyal yardımlarla yaşıyor.
Bu inanılmaz bir sayı...
Böyle bir ekonominin ayakta tutulması mümkün değil.
Bir de sistemi taşıması için çalışan sayısını artırmak
amacıyla gelen Türkiye Modeli’nin tüm parametreleri alt üst etmesi iyice
içinden çıkılamaz bir düzen getirdi.
1980’li yıllardan beri uygulanmaya çalışılan neoliberal
politikaların ülkeler arasındaki zenginliğin vatandaşa yansımasına yönelik
pozitif etkisi artsa da ülkeler içinde oluşan gelir adaletsizliğinin getirdiği
sorun bir türlü çözülemiyor.
Şu ana kadar da gerek yurtdışında gerek ise yurtiçinde bu
meselede anlamlı bir çözüm önerisini ortaya koyan olmadı.
Dünyanın ve Türkiye’nin en iyi çözümü ya sosyal yardımlar ya
da neoliberal politikların tam olarak uygulanmasını sağlamak...
Bu durumun farkında olan Kılıçdaroğlu, Vizyon Belgesi programından istediği etkiyi
bulamamış olacak ki sonraki gün direkt nokta atışı bir twit ile 100 milyar
dolar doğrudan yabancı yatırım, 75 milyar dolar da emeklilik fonlarından giriş
olacağını açıkladı.
100 milyar dolar doğrudan yatırım çok ciddi bir açıklama...
Kabaca 100 tane fabrika demek...
Bunun getireceği yan sanayi ve hizmet sektörü desteği de düşünülürse
nereden baksanız en az 1 milyon insanın istihdamına dolaylı ve direkt katkı
sunar.
Peki ama bu 100 milyarı kimler getirecek ve Türkiye’de ne
gibi doğrudan yatırım yapacaklar?
Yoksa bu sadece bir seçim vaadi mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, vizyon belgesi açıklamasından
mutluluk duyacağını ve bu kulvarda yarış istediğini söylemişti.
Bu durumda iktidar 100 milyar dolarlık doğrudan yatırımı
ülkeye getirebilecek mi?
Aklımda deli sorular var.
Ülkeyi üretim ve ARGE'ye yönlendirecek olanların adını
mutluluk ile anmaktan başka hiçbir misyonum yok.
Ama boş vaatlerle de günü geçirmemek gerekiyor.
Ayağı yere basan, açıklanabilir ve karşılığı olan
politikalar vatandaştan karşılık bulacaktır.
Ötesi sadece hoş bir sada olur...
06.12.2022 tarihinde Milat Gazetesi'nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
0 yorum: